Etiketlenen üyelerin listesi
Toplam 1 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 1 arasi kadar sonuc gösteriliyor
-
01.Şubat.2020, 08:15 #1
- Üyelik tarihi
- 05 Ağustos 2016
- Mesajlar
- 148,693
- Tecrübe Puanı
- 157
Tek dileğim, hakikatler yazılanlarla çarpıtılmasın
NÜKHET İPEKÇİ İZET
Günlerdir, kelimeler cümleler ünlemler içindeyim. Bir kere daha ortalığa çıkıp “Babam babam” diyeceğim. Kolay mı?
Hâlbuki binlerce isimsiz babanın kanı daha kurumamışken, durduk yerde ortalığa çıkmayı hep ayıp saydım, hak görmedim. Ama bazen bir an geldi mecbur kaldım. Hem de defalarca... O anlarda çok zorlandım. O fotoğraf kareleri içinde, bir gülümsemeye kıstırılmış, kendi kendimi aldatmış gibi hissettim. Asıl hakikatten, yani suikasttan uzaklaşmak istemedim.
Her seferinde, bir suikastlar silsilesi içinde olduğumuzu hatırlarım. Köylerde üniversitelerde, meydanlarda, garlarda, parklarda, Sivas’ta, Maraş’ta ve daha yüzlerce yerde topluca yok edilenler... Evlerinin, iş yerlerinin hemen önünde, arabalarının içinde, helikopterlerinde, otobüs duraklarında, karakollarda tek tek yok edilenler... Bütün kelimeler, kurşunların deldiği kanlı bir gömlek kadar net ve somut olsa.
Kimsenin düşünce hayatına, herhangi bir katkı yapmaya hevesim ve takatim yok. Her cümlenin başından, her günaydının ardından iktidara çatmayı bilmem. İşte o yüzden çok Kemalist, çok laik olmayı kimselere kaptırmayan çok şair çok romancı bir televizyon yorumcusu, geçen yıllardaki tweet’lerinde azarlayıp haşlamıştı biz İpekçi kızlarını. Çünkü İpekçi soyadına layık olunmalıymış.
İPEKÇİ İÇİN ALGI OLUŞTURMA ÇABASI
O âlemin derinliklerine dalıp İpekçi soyadına biraz bakınca şiddetli bir dille hedef gösteren, linç etmeye hazır yazılar, büyük bir tehdit halinde gürül gürül akıyor. Çünkü İpekçi soyadı deşifre edilmeliymiş, hayat hikâyeleri yazılmalıymış. Bazen insan kendini, teneşir masasında gibi hissediyor.
Acaba aile bireylerinin, tıpkı bir kabile halinde, tek beyin, tek ruh, tek inançla mı yaşadıklarını zannediyorlar? Birbirini tanımayan ve birbirinin tam zıddı yapılardaki İpekçi torunlarını, tek tip müritler gibi mi canlandırıyorlar gözlerinde?
Haydi, o kadarla kalsa neyse. “Vatan haini” diye işaretlemeye kadar vardıranlar var. Hatta vatan da ne? “O dışarıdan gelmiş bir yabancı. Suyun başında durmuş, köşe başını tutmuş, güçlü, tehlikeli biri. Hem zaten Milliyet gazetesi bile ona aitmiş. İsterse sattırır isterse satışını engellermiş. Milleti dinden çıkarır, ülkeyi yönetir, parti başkanlarına akıl hocalığı yaparmış.” Böyle akıl dışı yazılar var.
Daha da öteye gidiliyor. Kökü dışarıda ya, o da hemen başka bir ülkeyle iş birliği yapıyormuş gibi sunuluyor. Ciddi ciddi böyle bir algı yaratılıyor. Algıyı güçlendirmek için o ülkenin bayrağı, yıldızıyla kenar süsü filan yapmışlar, araya yılanlar falan da sıkıştırmışlar. İnsan gerçeklik duygusunu kaybediyor.
Eskiden arada sırada küfür niyetine kullandıkları “Selanik dönmesi” gibi sözlere rastlanırdı. Küçük bir grubun ırkçı hezeyanları denir, ciddiye alınmazdı. Ama artık önemli bir algı oluşturma çalışması yapıldığı besbelli.
Kim kimin kalbini bilebilir? Ben kendi ailemde; annemde, babamda, amcamda, halamda, dayımda, yengemde böyle farklı adetler gelenekler görmedim. Ama o yazıları yazanlar, soyağacına bakıp köken tahlili yapıp Abdi İpekçi’nin de illa ki böyle bir inancı, kültür kimliği olduğunu sanıyorlar.
Savlarının bilimsel olduğunu bile zannedenler var. Birçok hatayla dolu bir kitap, ünlü popüler tarihçi ön sözlü, hele Amerikan Üniversitesi menşeli olunca kendince saygınlık kazanıyor. O kitabın içinde, o ailelerin önde gelenleri arasında İpekçi ailesi de sayılıyor. Ön sözüne de bir İpekçi’ye teşekkürü ekleyince fiyaka daha da artıyor. Peki, biz sabırla duralım, bu maskaralıklara susabildiğimiz kadar susalım. Siz de yazdıkça yazın.
TEK İSTEĞİM HAKİKATİN KENDİSİ
Kripto ne demek? Sahtekâr olmak, göründüğü gibi olmamak, kendini başka türlü gösterip herkesi aldatmak mı? Bir hedef uğruna kendini, aslını, siyasal emellerini gizleyip herkesi kandırmak, uyutmak mı?
Bütün bu asılsız tanımları nasıl yapıyorlar, nasıl böyle atıflarda, yaftalarda bulunabiliyorlar, nasıl böyle gerçek dışı hikâyeler anlatıyorlar, babamı nasıl da kendiyle hiçbir ilgisi olmayan bir kalıba sokuşturuyorlar diye şaşar dururdum. Meğer onlar kendilerini anlatırlarmış.
Bu yazıları kime göstermeye, kime anlatmaya kalksam beni “Onların tuzağına düşme, zaten onlar da seni bu tuzağa çekmek istiyorlar” diye yatıştırıyorlar. Görmezden gelmeyi öneriyorlar. Ama zaten asıl tuzak bu: tek bir kişi konuşunca tepkiler geliyor. Görmezden gelip önemsemeyince, “Korktukları için sustular, sindiler” güvencesi içindeler. Kimseden suç duyurusu, tekzip gelmedikçe “Demek ki bizim söylediklerimiz doğru ki kimse karşı gelemiyor” böbürlenmesi içindeler. Beni teselli etmek isteyenler de söyle diyor: “Üzülme, aldırma, okuma, zaten çok küçük bir azınlık, kimse onları önemsemiyor.” Ama ben önemsiyorum.
GERÇEK YOKSA UMUTLAR DA OLMAZ
Övgü, yüceltme beklemiyorum. Abdi İpekçi’nin hakikatinin çarpıtılmamasını önemsiyorum. Asıl dileğim, yazılanlarla hakikatler arasındaki uçurumun belirlenmesi, kurgu, yalan ve iftiranın ortaya konması. Asıl mesele, beni üzmesi etkilemesi değil, geleceğe yanlış bilgilerin birbiri üstüne eklenerek kalması... Bu sorumluluğu yerine getirememenin yarattığı kıstırılmışlık...
Bu konulara, bu kadar iştahla yaklaşanların ruhsal ve siyasal analizleri belki bir gün yapılır. Gazetecilik yayıncılık mesleğinin onuru ve yurttaşlık hakkı bakımından, meslek temsilcilerini ve hukukçuları ilgilendirebilir. Yalanla mücadele gerekir. Aklım kalbim ve toplumsal bilincim bu konuyu bizlere mirasçılarına çoluk çocuğuna bırakmadan; siyasetçilerin, ruh bilimcilerin, gazetecilerin, hukukçuların ele almasından yana. Çünkü üstünü biraz kazıyınca altında hepimizi ilgilendiren bir hedef gösterme, barış bozma, kargaşa yaratma, nefret tohumları ekme sistemi ortaya çıkabilir. O sistem ortaya çıkarılmadıkça bütün çiçekler, şiirler, ödüller ve umutlar ilelebet kararmaya mahkûm.
BABAM DAİMA GERÇEKTEN YANAYDI
Bu tür yayınları yapanların Abdi İpekçi’yi hiç anlamadıkları belli. Ama haklılar, doğrudan onun yazılarını okumadan, sohbetlerindeki sesini duymadan sadece kendilerine söylenenlere kanıyorlar. Yalan yanlış aktarımlar akıllarını karıştırıyor. Keşke dramatik hayat hikâyesi anlatan yazarlar, kitap baskıya verilmeden ailesinin okumasını sağlasalar, çifte kontrol yapsalardı ve hiç olmazsa önsözünde kızı ve eşinin destek verdiğini söyleyip teşekkür etmeselerdi. Gerçek bir iş birliği olsaydı mesela kendi ağzından kendini anlatması mümkün olurdu ve o zaman daha hakiki bir Abdi İpekçi tasviri çıkabilirdi ortaya.
Hani “gizli din”, “giz”, “sır” filan diyorlar ya, işte buyurun size Abdi İpekçi’nin kendi kaleminden bir mektup:
“Milliyet’in gerçekleri gizlediği, sakladığı çünkü burjuvanın, büyük kapitalin hizmetinde bir organ olduğu iddiası sadece o senin söylediğin gençlere değil aynı doğrultuda olan fakat akıllı oldukları sanılan başka kişilere de ait bir iddiadır. Bu iddia genel bir suçlamayla ilgili olduğu için kolaylıkla dile gelebilir. Ama dürüstlük, bu kolay yola gidileceğine dayanaklı, geçerli iddialarda bulunmayı ve kanıt olarak somut örnekler göstermeyi gerektirir. Böyle genel suçlamalar karşısında ben de ancak genel bir yalanlamada bulunmaktan öteye gidemem. Somut örnekler göstersinler ki üzerinde tartışabilelim.
Sana sadece şunu söyleyeyim: Milliyet haber görevini yerine getirirken bazı şeyleri saklamayı ve değiştirmeyi düşünmez, bu konuda alınmış bir kararı yoktur. Aksine benim Milliyet’te çalışanlardan isteğim gerçekleri daima olduğu gibi yazmalarıdır. Haber dışındaki yayınlarımızda da ilk mektubumda belirtmeye çalıştığım gibi temel inancım olan özgürlükçülük doğrultusunda davranmaya, her görüşe açıklanma olanağı sağlamaya çalışıyoruz.”
ONLAR DA HEDEFE KONMUŞ BABALARDI
Görünür olan, görünmez olan binlerce baba var. Nefret söylemiyle, nefret nesnesi haline getirilip düşman diye işaretlenmiş katli vacip gösterilmiş binlerce baba.
O babalar; kendisi, ailesi, soyu sopu için değil, başkaları öldürülmesin ve barış içinde huzurla yaşasın, başkalarının oğlu kızı ırkçılıkla, ayrımcılıkla, kötülükle karşılaşmasın, aşağılanmasın, eşit fırsatlardan yararlansın diye didinen babalardı. Bazen bu yüzden kendi çocuklarından bile uzak kaldılar. Sabahattin Ali’den Nâzım Hikmet’e, Uğur Mumcu’dan Hrant Dink’e kurgu ve yalanlarla hedefe konmuş binlerce babaydılar.
Bugün Abdi İpekçi hâlâ aynı hedefte. Aynı nefret söylemine maruz kalmış durumda. Ortadan kaldırıldıktan kırk yıl sonra bile itibarsızlaştırma devam ediyor. Şiddetini artırması da manidar. Büyük bir ters yüz etme çabası, cinayeti örtme, meşrulaştırma çabası gibi de duruyor.
Böyle bir yalana mahkûm olmak elbet kolay değil. Yalan haber gibi yalan söylentiler de belki bir gün suç sayılabilir
Amacım ispat etmek, ikna etmek değil. Kötülük ve nefretle dolu kalpleri iyileştirmeye uğraşmanın saflık olduğunu da çoktan öğrendim. Bu yazıyı polemik yaratmak için değil, sadece doğrular “kayda geçsin” diye yazdım. Milliyet gazetesine bana bu hakkı tanıdığı için teşekkür ederim.
Devami...